Çarşamba, Ocak 17, 2007

Atatürk’ün Scooter’ı

Aslan Cem doğdu. Ben, normal doğum yapan “şanslı deli anne” olarak 2. gün attım kendimi hemen sokaklara. Deli gibi uğraşıyoruz çocuğun kimliği pasaportu diye çünkü kafama koydum memlekete hemen gideceğim, kardeşimin mezuniyetine. Hem de Aslan Cem’in hayattaki 5. gününde!
Bileti de aldık hazırım. Ben uçacağım, kimse tutamaz beni.
Ama çıkmadı ne kimlik ne de pasaport. 12. güne kadar kaldık Dubai’de. Yine de azimle, 12. gün bindim uçağa, kucağımda 12 günlük Aslan Cem, eteğimde bana yapışık Destinam, sol omuzumda laptop çantam (iş beklemez, ne doğum ne lohusalık).
Rotamız önce İstanbul. Hemen aktarmayla İzmir’e dedemizin elini öpmeye, 1 gece orada kalıp atlayıp, anne evim Ankara’ya gitmek.
İstanbul’a geldik, süperiz, hep emzirince zaten ilk 9 ay çocuk daha kim olduğunu anlamadan dünyayı dolaşacaksın derim hep.
En kolayı ilk 9 ay.
Bebe toplumu masa üzerinde, bacağının üzerinde, bir yastık tepesinde bile uyur. Yeter ki anasının gönlü rahat, sütü de en bol olsun. (Amin)
Herkes gezsin dursun. (ohhhhh)
Tıngır mıngır beşik gibi hem sallanır, hem uyunur, hem gidilir.
Neyse. (Topla Yonca!)
İzmir’den Ankara uçağına binerken, yanımda bir bey amca bitti. Nasıl da beyefendi...
Tipinden yaşlı olduğu belli, ama ruhu diri.
“Kızım bu bebek kaç aylık?” dedi faltaşı açılmış gözleri!
“Bu bebek henüz aylık olmadı, 13 günlüktür” deyince, beyefendi, beyefendiliği kenara bıraktı, bağırgan oldu:
“Kızım sen ne ettin? Biz Anadolu’da 40’ından önce kadını sokağa salmayız sen ne ettin? (Sayıklıyor) Hem de uçak, aaa mikrop yuvası amaniiiin eyvah!”
Koca adam neredeyse bayılacak. E ben de bayılacağım çünkü sütüm geldi, Destinam iyice bana yapıştı, kolum koptu ve çantaları da yerleştirmek lazım, çocukları da tutmak...
Dedim; “siz boş verin beni ve 40’ımı, kadın doğurunca, hastaneden eve gelirken çıkıyor ya sokağa. Şimdi, sizce koltuğa mı koymalı bu bebeği, yoksa sizin gibi mis tonton bir beyefendiye mi emanet etmeli?”
Çaresiz aldı Aslan Cem’i elimden, dualar okuyup, tövbeler çekerek. Bana binbir nasihat ederek. Yerleştik.
Geldik Ankara’ya hoşsohbetle. Bana dehşet içinde baktı uzunca, tüm yol boyunca.
İşteee taaaa o günden sonra, tam 2.5 sene sonra ilk defa Ankara’ya anamın evine gittim bu yılbaşı-bayram için.
Önce bayram el öpmelerimizi yaptık, sonra yeni yıla girip rahmetli Sevgi Gönül ritüelleri... Bütün ışıkları aç yılın aydınlık olsun, kapını aç dışarı fırla çık yılın seyahat dolu olsun. (Sanki az seyahat ediyoruz! Azmış kudurmuştan beterdir biz iflah olmayız!) Yeni yıla yeni don giy gir ve nar patlat ye, şansın bereketin çok olsun vs... (Amiiiiiin)
Buraya kadar iyi derken toplu nazar olduk. (bknz bir önceki yazım)Kendi kendimize. Önce Arda, sonra çocuklar mideyi fesat ettiler yemekten içmekten kus kus kus ishal ishal ishal heladan çıkamadılar. Ateşleri de çıktı. Olsun. Anılarımız oldu yine de. Bu da anıdır. Biraz ateşli ve bööööğğhlu oldu ama olsun. Hepsinin tedavisi var. Kim takar? Bir de komeditrak anılar var anlatmazsam çatlarım size.
***
Anıtkabir’e gittik. Mozolenin alt katını olağanüstü duygu yüklü bir müze haline getirmişler. Mutlaka gidin gezin. Kurtuluş Savaşı, Büyük Taarruz, Çanakkale Savaşı hepsini 3 boyutlu ve muhteşem bir ses, ışık, müzikle canlandırmışlar. Hem gezdik hem ağladık, hem çocuklarımıza anlattık. Duygusal şehitler olduk hüzünle. Nelere mal olmuş bu vatan bu topraklar, ne analar, ne oğullar gitmiş sanki yaşamış kadar olduk.
Derken, sırasıyla geziyoruz, Atatürk’ün ofisinde masa başında çalışması canlandırılmış bir camekan içinde, bakmaya doyamıyoruz.
Biz ciddiyiz, gözlerimiz buğulu ama yaş henüz 2.5 Mösyö Aslan Cem’den inciler geliyor:
Cem: “Atatürk napiiiyooooo?”
Yonca: “Çalışıyor”
Cem: “Neden camın içindeee?”
Yonca: “O gerçeği değil manken de ondan, korunsun diye...”
Cem: “Mankenler ofise gitmez, alışverişe gider anne!”
***
Atatürk’ün en sevdigi köpek Fox’un içi doldurulmuş muhafaza edilmiş. Aslan Cem’den bakıp bakıp yorum: “Köpek donmuş Anne, kaw gelmiş Ankara’ya köpek donmuş, dolmamışşşşşşş Annneeee” (r ler w oluyow da)
Devam ediyoruz müze içinde, çıktık dışarı geldik Atatürk’ün arabalarının önüne. Anlatıyoruz, bakın bu Atatürk’ün makam arabası, bu da Atatürk’ün özel arabası oğlum kızım diye diye. Ama tam orada, biraz anlamsızca, bir adet mermerleri parlatma temizleme aracı konmuş yersizce derken içimden ben, çocuk aklı kaçırır mı bu kırmızı albenisi olan ne idüğü belirsiz kızaklı aleti!
“Bu ne anne?”
“Atatürk’ün özel arabası dedik ya oğlum.”
“Bu ne Anneeeeee?” (o aleti gösterir)
Anne cevap veremeden, Aslan Cem yapıştırır cevabı:
“Bu Atatürk’ün özel Scooter’ı Anne!”
Fotoğrafı da çektim size, alın bakın işte...


Dört Yapraklı Yonca...
Yonca Tokbaş

Alıntıdır : http://www.anneyiz.biz/yazarlar/yazidtl.php?yzid=5330

Hiç yorum yok: